Herkese Merhaba, değişik konular altında yaptığım tohumlara biyolojik preparatlarla kaplama uygulamaları hakkında tecrübe ettiğim konuları burada toplamak adına bu konuyu açtım. Bunu buğday yetiştiriciliği özelinde araştırıp ve tecrübe ettiğim önemli konular ile birleştirerek anlatmak istedim.
1) Tohum Seçimi:
Öncelikle ekeceğimiz tohumun özelliklerini bilmek çok önemli. Tohumun erkencilik ve geççilik özellikleri, ekim zamanının belirlenmesi açısından belirleyici oluyor. Zira erkenci bi çeşitin, özellikle erken ekildiği zamanlarda oluşabilecek erken bir büyüme periyodu, kışın karşılaşılan sert soğuklarda veya bitkilerin en hassas dönemi olan çiçek zamanı gerçekleşen geç dönem ilkbahar donları verimi düşüren başlıca etmendir.
Resimde görüldüğü üzere özelliğini iyi bilmediğimiz bir cinsi ektik, erken iki defa üre verdik ve şubat ayında buğdayımız dondu. Enverziyon (
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sıcaklık_terselmesi ) olayı özellikle çukur alanlarda (ova,vadi) ısı terselmesiyle bu alanların çevresine göre daha düşük sıcaklıklara maruz kalmasına sebep olarak bu soğuk zararını daha da arttırabilir. Bu sebepten bu alanlara erkenci çeşitlerin ekilmemesi veya erken ekimden kaçınmak riski minimize edecektir. Burada da aynı tarlada iki farklı cinsin gelişim farkını görebilirsiniz. Yukarıda donan buğdaya 10 şubatta 2. 10 kg üresini atarken çektiğim fotoğrafta, tarla kenarındaki diğer geçci
cinsin nasıl normal seyrinde geliştiğini görebilirsiniz.
Cinslerin genelde kardeşlenme potansiyeli birbirine yakın olmakla beraber erken ekim, erken azotlu besleme ve sıcak geçen kışa bağlı olarak artmaktadır. Aslında buğday bitkisi soğuk iklimi seven bir bitkidir. Ortalama verim potansiyeli, kış mevsiminin daha uzun ve yazın daha serin geçtiği ülkelerde daha yüksektir. Kuzey yarımkürede, kuzey ülkelerindeki (İngiltere,Almanya) güneşlenme süresinin uzunluğu ve dolayısıyla bitkinin güneşten daha çok faydalanarak fotosentez kapasitesini arttırması verimi yukarı çeken unsurdur. Aynı şekilde güney yarımkürede Yeni Zelanda bu özellikleri taşır. Genelde bu ülkelerde buğday 10-11 ay toprakta kalmaktadır.
2) Tohum Sıklığı:
Tohum sıklığı verimi etkileyen en önemli parametreden birisidir. 1 metrekaredeki verim gr cinsinden = (Mtkarede bulunan başak sayısı x 1 başaktaki ortalama tane sayısı) / 1000 dane ağırlığı olarak hesaplanır. Bu bakımdan kullanacağımız tohum miktarı ekeceğimiz tohumun iriliğine göre değişir. Şahsen aynı tohumun 1000 dane ağırlığını 32 g diğer sene 42 gr olarak ölçmüş birisi olarak dekara kullanılacak tohum miktarı, metrekareye 550 adet tohum atılacağı hesabıyla kg cinsinden 20 kg'dan 27-28'lere çıkabilir. Bunun için ekeceğimiz tohumun 1000 dane ağırlığını ölçmek kullanacağımız tohum miktarını belirlemede önemlidir. Daha sonra ekerken atmayı planladığımız tohumun ayarını mibzerde buna göre hesaplamalıyız.
Az tohum stratejisi, geç ekim ve soğuk geçen kışlarda veya iklimlerde, kardeşlenmenin az olması sebebiyle birim alandan hasat edilecek başak sayısının az olmasını doğurur bu da verimi negatif etkiler. Soğuk iklimlerde ve geç ekimlerde tohum sıklığını arttırmak önemli.
Birim alanda az başak olduğunda da başaktaki tane sayısı daha fazla ve tane ağırlığı daha ağır olduğundan verim kaybını bir nebze engellemektedir. Seyrek ekimlerde iklim çok sert geçmediyse ve zamanında istediği besini alabildiyse daha sağlıklı bitki ve ana saptaki başaklara denk daha çok başak ortaya çıkarak verimi pozitif etkilemektedir. Seyrek gelişen bitkilerde havalanma daha iyi olacağından mantari hastalıklar (külleme,pas hastalıkları) daha az gelişmektedir.
3) Tohumun Çimlenme Oranı:
İngiliz AHDB kurumunun Buğday Yetiştirme Rehberine göre (
https://ahdb.org.uk/knowledge-library/wheat-growth-guide ) buğday tohumlarının kumlu topraklarda çimlenme yüzdesi %90'ların üzerindeyken , killi ağır topraklarda %65'lere kadar düşmektedir. Ayrıca İngiltere üzerinden örnek verilirse Ekim ayı ortasından Kasım ayının ortasına ertelenen bir Buğday ekiminde çimlenme yüzdesinin %50 düştüğünden bahsediyorlar. Ekim için gecikilen her ay, azalan kardeşlenmeyi telafi etmek için metrekarede ekstra 50 tohum kullanılması tavsiye edilmektedir. Bizde bu arada 500-550 tohum önerilirken onlarda ekim ayında yapılan ekimde 350 tohum/metrekare, çimlenmiş 260 tohum/ metrekare ideal tohum ve bitki sıklığı sayılmaktadır.
Fazla tohum kullanımının yatmaya meyilli bir ürün oluşturmasından dolayı erken ekimlerde veya ılıman bölgelerde tohum sıklığına dikkat etmeliyiz. Böyle bir risk varsa gübrelemeye dikkat etmeliyiz. Pamukta boyuna büyümeyi durduran ilaç benzeri bir kimyasalla sık ekimlerde ince sap oluşmasını, boyuna büyümeyi durdurarak engelleyebiliriz. Burada uygulama zamanı çok kritik ve 3-4 günlük bir süreyi kapsıyor. Bu süre sonunda geç yapılan uygulamalar başak boyunu da kısaltabiliyor. İnce ve zayıf saplı bir bitki yetiştirmemek adına erken zamanlarda nitratlı gübrelerden kaçınmalıyız. Yatmaya daha hassas hale getirmekten kaçınmalıyız. Kalsiyum ve L-tipi aminoasit (bitkisel L- Glisin ve L-Betain) yaprak uygulamaları sapın kalınlığını arttırmanın yanında ,yatmaya karşı bir önlem ve yaprak hastalıkları ile soğuk zararına karşı da önleyici bir faaliyet olarak kullanılabilir. Kendimin kalsiyum uygulamasına ait fotoğraflar
.
Toprakta yeterli nem varsa ekildikten sonra günlük ortalama sıcaklık toplamı 150 dereceyi bulduğunda çimlenme gerçekleşir.
Ne olursa olsun eğer yakında yağış gözükmüyorsa alatava ekim yapmamalıyız. Erken çimlenen bitkiler ile geç çimlenen bitkiler arasındaki rekabette sonradan gelenler negatif etkilenmektedir. Ama artık ekim zamanı geçiyorsa, soğuklara denk gelecekse ya da bundan sonra çamurdan giremem diyorsanız o zaman ekin.
Bitkı sıklığını düşüren etkenler,
● Don zararı,özellikle erken ekilen ve hızlı gelişen cinslerde ● Don kabarması (toprakta) ● Zararlı böcek ya da hastalık zararı ● Köklenme zayıflığı ve yatmaya sebep olan yetersiz toprak drenajı
Don kabarmasını engellemek adına 3-4 cm derinliğe ekim iyi bir önlem. Zararlı böcekler için diatomit tozunu mibzerde tohumun üzerine serperek basitçe uygulayabilirsiniz. Uygularken maske ve gözlük kullanmayı unutmayın. Köklenme zayıflığı için tohum kaplama ile çok rahatlıkla bunun üstesinden gelebiliriz. Drenaj konusu yabancı ülkelerde tarlalarını düşünen herkesin birinci önceliği. Unutmayın bitkilerin gelişmesi için köklerinde oksijen olması gerekli. Su, bütün hava boşluklarını doldurarak oksijensiz ortam yarattığı için bitkileri öldürme seviyesine rahatlıkla getirebilmektedir.
4) Kardeşlenme ve Sağlıklı Yaprak Gelişimi :
Kardeşlenme bizim için en önemli dönemdir. Sonuç olarak biçilecek başak sayısının belirlenmesi için önemli bir dönemdir. Geç yapılan ekimlerde, kardeşlenme periyodunun sona ermesi daha geç olacaktır. Yani baharda da kardeşlenme devam edebilir. Bu arada hepimizin her sene gördüğü gibi bir sürü kardeş yapmasına rağmen bir tohumdan genelde 1-2 başak ancak biçeriz. Genelde de kardeşin başağı daha küçük ve alçakta kuytuda olur. Bizim için metrekarede 450 başak hedefiyle yola çıkarsak ve bir başakta ortalama 40 dane olduğunu varsayarsak, bu danelerin 1000 dane ağırlığını da 40 gr olduğunu varsaysak dekara verimiz 720 kg oluyor.
Benim bu konuda nacizane ve pratik bir uygulama tavsiyem var. Ekim sonrası, ekim yönüne 90 derece olacak şekilde aykırı olarak tırmık çekilirse sıra üzerinde sıkışık olarak bulunan tohum sıklığını, sıra arasındaki boş alana yayarak bitkiyi rahatlatmış oluyoruz. Çok tohumdan kaynaklanan sıklıkta bitki gelişim daha geriden gelmekte, hastalık etmenleri daha hızlı gelişmekte ve bitkinin kardeşlenme potansiyeli düşük olmaktadır. Basit ve pratik bir uygulamayla tohumlarımızın tarlaya daha homojen dağılımını ve onların daha iyi beslenmesini sağlayabiliriz. Kendimize ait fotoğraflarda mahsus aykırı tırmık çekmediğim alanla karşılaştırmasını yapabilirsiniz.
Seyrek bir ortamda gelişen bitkinin fotosentez kapasitesi her zaman daha iyidir. Dikkat ederseniz tarla kenarlarında mısır,ayçiçeği,buğday,nohut vs. her ne ekiliyse daha iyi gelişir ve daha sağlıklıdır. Bunu amerikalılar Side Effect (Kenar etkisi) olarak açıklarlar.
5) Kök Gelişimi ve Dağılımı: Benim için En Önemli Bölüm Burasıdır.
Bitkilerimizin temeli kökleridir. Verimi en çok belirleyen etken de sudur. Su varsa hayat vardır. Toprakta su yoksa suda çözünen besinlerle beslenen bitkiler için gübreden faydalanma oranı da düşmektedir. Çoğumuzun bildiğinin aksine biz gübreleme ile kök gelişimini sınırlandırıyoruz. Kök gelişimini sınırlandıran en önemli hatamız taban gübrelemesidir. Sentetik azot ve suda çözünen fosfor içeren taban gübrelerle tohumumuzu ektiğimizde, Bitkimiz, çimlendiği andan itibaren çevresinde suda çözünmüş hazır besin elementi ile beslenmeye başlar ve zahmete girip te kök sistemini geliştirmeyi istemez. Bunun sebebi kökünde istediği zaman ihtiyacı olan suda çözünmüş besinin olmasıdır. Yani taban gübrelemesiyle şımarık bir evlat yetiştirmeye başlıyoruz. Şımarık evladımız yeterli su ve hazır besin elementi olduğu sürece kök sistemini geliştirmese de yüksek verim verebilecektir. Güllük gülistanlık içerisinde yetişen bitki en çok suya ihtiyacı olan tane bağlama döneminde yaşayacağı kuraklıkla, gelişememiş kökü sebebiyle ne derinlerdeki sudan, da ne de çevresine milyarlarca TL para vererek attığımız gübreden yararlanamayacağı için susuzluk stresinden daha çok etkilenir.
Taban gübresinin atılma sebebi bitkimize fosforu ekimde verebilmek. Dr. Cristine Jones Avustralya'lı toprakbilimci ve mikrobiyolog. Kendisinin fosfor ve azot üzerine iki kıymetli videosu var.
Medyayı görebilmek için giriş yapınız
videosunun adı fosfor paradoksu. Bu videoda toprakta aslında ne kadar çok fosforun var olduğunu anlatıyor. Toprağın kendisinde bulunan fosfordan hariç sadece 10 sene fosforlu taban gübresi kullandıysanız 90 yıl taban gübresine gerek kalmadığını anlatıyor. Türkiye'de de toprak analiz yönteminde kullanılan P-Olsen fosfor ölçüm yönteminde toprakta var olanın sadece %1,4 ile %3'ü arasındaki miktarını gösterdiğini anlatıyor.
Azot videosunda da
Medyayı görebilmek için giriş yapınız
sentetik azotun özellikle ilk ekim zamanında verilen azotun kök sisteminin gelişimini nasıl olumsuz olarak etkilediğini anlatıyor. Her sene sentetik azotun %20 azaltılarak toprağın kendi azotunu havadan bağlayacak seviyeye gelebileceğini anlatıyor.
Bu resimde soldaki kısım sentetik azotla ekilen bitkinin kök fotoğrafı. Gördüğünüz gibi kökler çıplak halde ve tertemiz. Sağdaki tarafta kökler toprakla kaplı. Fotoğrafı dikkatle incelerseniz bakterilerin oluşturduğu mikro agregatları ve aralarında ipliksi dokuları (mikoriza hifleri) göreceksiniz. Bu hifler daha sonra bitkinin salgıladığı glomalin ile bu mikro agregatları birleştirerek makro agregatları oluşturmaktadır. Bu şekilde bitkimizin kökleri vasıtasıyla, toprağımız hem hava hem de su geçirgenliği kazanır. Sağ taraftaki o mikro agregatların her biri, bitkinin fotosentezle üreterek toprağa köklerinden salgıladığı şekerlerle orada çoğalmaya başlayan bakteri fabrikasıdır. Christine Jones bitkilerin %85-90 mertebesinde beslenmelerinin bu mikro yaşama bağlı olduğunu anlatır. Köklerin etrafının toprakla kaplı olması işlerin yolunda olduğunun işaretidir. Toprakta oksijen seviyesi düştüğünde iyi bakterilerin yaşam alanı ortadan kalkıyor ve bu sebeple kök gelişimi de kötü etkileniyor. Aslında doğayı azıcık incelesek bitkilerin davranış modelini çözeceğiz. Milyonlarca yıldır hiç bir gübre ile beslenmeden o devasa orman ve bitki örtüsünün nasıl yaşadığını düşünmeliyiz. Varolan bu muazzam düzeni kendi elimizle bozuyoruz. Sentetik gübrelerle artık çoraklaştırmaya başladığımız topraklarımızı doğayı taklit ederek kurtarabileceğimizi anlayalım. Avustralya ilk keşfedildiğinde organik madde ortalaması %15-20 seviyesindeyken şu an %0,5'lere gelmiş.
Christine Jones yaptığı bir araştırmada kendisinin bilgisi dışında zamanında toprağa verilen sentetik azotun köke yaptığı etkiyi de şöyle fotoğraflamış.
Bu fotoğrafta, toprakta daha önce sentetik azot verilen alana denk gelen köklerin çıplaklığını görebilirsiniz. Bitkinin köklerinin toprakla kapla olduğu alana Rhizosheath (kökkılıfı) denir. Bu alan bitkiyi hem su stresine hem de soğuk stresine karşı korumada yardımcı olur. Bitkimizi destekleyen PGPR (Plant growth promoter rhizobacteria - Bitki gelişimini tetikleyen kök bakterileri) bakterileri bu alanda yaşarlar. Normalde bitkilerimiz köklerinin yarım ile 1 mm uzaklığındaki alanın içerisindeki suda çözünmüş besin elementlerini alabilmektedir. PGPR bakterileri kök gelişimini pozitif arttırıcı bir unsurdur.
Bitkilerin bakteri yiyerek beslenmesini Dr. James White rhizophagy terimiyle anlatır. Yani kökten beslenme. İlgili videosu burada
Medyayı görebilmek için giriş yapınız
Buna göre bitkileri bakterileri salgıladıkları şekerlerle önce onları davet ederler. Daha sonra köklerinden içeri alırlar. Kök bölgesinde oksijeni kullanarak üretilen superoksit ile bakterilerin hücre duvarını eritip besinlerini bitkiye kazandırırlar. Daha sonra kökün yanından yeni çıkan tüysü kökler ile fotosentezle ürettiği şekerlerle birlikte toprağa geri itilir ve onların orada tekrar çoğalarak popülasyonlarının artmalarını sağlarlar.
Kök üzerinde su damlası şeklinde olan ve kökten dağılmasını gösteren fotoğraflardaki sıvı, bitkimizin toprağa salgıladığı bakterilerin de içinde olduğu şekerli sıvı.
Bitki bu sayede topraktaki çözünmemiş besin elementlerini alınabilir hale getirerek beslenir. Bu bakterilerin güneş ışığına çok hassas olduklarını unutmayalım. Yaz sürümü bunların anasını ağlatıyor.
Bu güzel sistemin bir diğer parçası mikoriza mantarlarıdır. Bunları malesef tohumlarda kullandığımız fungisitlerle minimuma düşürdük. Tohuma kaplamada kullanılan fungisitler benim gözümde kötülüklerin anasıdır. Bu saatten sonra bitki tamamıyla ilaca ve hazır beslemeye mahkum oluyor. Üzerine bir de toprak işleme bu mikorizaların ürettiği hif ağını (Bitki iletişim ağını) parçalıyor. Bitkiler bu hifler vasıtasıyla birbirlerinden besin,su ve haber alabilirler.
Mikoriza mantarları da bakteriler gibi bitkiden şeker alarak, karşılığında onlara su ve fosfor kazandırır. Bu karşılıklı bir ticarettir. Bitkinin çimlenme anında eğer toprakta suda çözünmüş fosfor konsantrasyonu yüksekse bitki her zaman bu ticarette en ucuzu seçtiğinden bedava olanı seçerek mikoriza ile ticareti dışlamaktadır. Böyle olunca mikoriza çoğalamamakta ve topraktaki varlığı azalmaktadır. Google'da incelerseniz mikorizanın bitkinin kök sistemine yaptığı katkıyı "Mikoriza, bitkinin köklerinin toprağa temas alanını 100-1000 kat arasında arttırır" diye anlatır.
http://agaclar.net/forum/temel-konular-toprak-gubre-tohum-sulama/1963.htm . John Kempf mikorizanın gözle görülemeyen mikroskobik kökleri olan hifleri sayesinde, avucumuzun içinden rüzgarla uçuşan tozun içindeki kil mineralinde bulunan suyu, mikorizanın bitkiye kazandırabildiğini anlatıyor. Bitkimizin köklerinin erişebildiği alan, bu hifler sayesinde kat kat artmakta ve hem beslenebileceği hem de su bulabileceği alanı genişletiyor. Bizim esasında toprağımızın kalitesini yükseltmek için bu mikoriza varlığını arttırmamız gerekiyor. Benim en önem verdiğim konu da bu.
Bakterilerin bitkiye verdiği katkıyı bu linklerden okuyabilirsiniz.
a)
https://www.acarindex.com/pdfler/acarindex-157abe58-4037.pdf
b)
https://www.researchgate.net/publication/320660508_BITKISEL_URETIMDE_BITKI_GELISIMINI_TESVIK_EDEN_RIZOBAKTERI_PGPR'LER_VE_ETKI_MEKANIZMALARI (Bakterilerin topraktaki besin elementlerini bitkiye kazandırmaktan başka, Bitkiye sideorofor ürettirerek metal elementleri alınabilir hale getirdiklerini, ACC deaminaz ile bitkinin her stres (sıcak,soğuk,hastalık,susuzluk, aşırı su,böcek saldırısı vb) ortamında üreterek ölüme bir adım daha yaklaştıran etilen'in baskılamasını ve IAA üreterek toprakaltı ve toprak üstü aksamı nasıl geliştirdiğini ve daha üretken hale geldiğini buradan okuyabilirsiniz.)
Buradan 2 yıl önce tohum kaplama ile toprak kalitemizi nasıl arttırdığımızı göstermek istiyorum. Daha önce daha iyi toprak kalitesine sahip topraklarımızda dekara 2,5 kg çinko sülfat saçarak elde edemediğim 0,1 puanlık çinkodaki artışı, bir tohum kaplamasıyla 0,4'lardan 1,6'lara getirdik. Fosforumuz 7 ppm'den 19'a geldi. Bunu yaparken dekarda 710 kg buğday biçtik.
Şimdi Christine Jones'un fosforsuz nasıl bitkilerimizi yetiştirebiliriz sorusuna verdiği cevaba bakalım.
Toprağımızda yeterli düzeyde fosfor olduğunu varsayarak ve önemli olanın bunu bitkinin alabileceği hale getirilmesi konusunda iki önemli aktör PGPR bakterileri ve mikorizalar. Christine Jones ekeceğimiz ürünlerde öncelikle kendi bölgemizde yetişen bitkilerin tohumlarını seçmemizi tavsiye ediyor. Kendi tohumumuzu kullanmanın avantajı maliyet ve bitkilerin yaşadıkları ortamın mikrobiyatasını tohumlarında muhafaza etmeleri.
Ayrıca fungisit kullanılmaması gerektiğini anlatıyor. Fungisit özelliği gösteren değişik bakteri gurupları, trikoderma mantarları ve mikoriza mantarı kök hastalıklarıyla mücadelede bize çözüm sunuyorlar. Bunun için mümkün olduğunca farklı bakteri gurupları mesela fosfor çözücü bakteri gurupları, havanın azotunu bitkiye amonyum formunda geçirecek bakteri gurupları, potasyum çözücü, metal elementleri çözücü, toprak hastalıklarına karşı etki gösteren bakteri gurubu veya böcek saldırılarına karşı tepki vermeyi sağlayan bakteri gurupları ve olabildiğince farklı mikoriza türlerini içeren ürünleri kullanmak sinerjik etkinin artması için önemli.
Ortalama bir toprak kalitesi için çok rahatlıkla taban gübresiz ekmenizi tavsiye ederim.
Bunun yanında sıvı solucan gübreleri, soğuk sıkım deniz yosunları, bitkisel menşeili L-Tipi aminoasitler, Düşük PH'lı humik-fulvik asitler kaplamada kullanılabilir. Bunların hangilerinin bu karışımda olacağı tamamıyla sizin bütçenizle alakalı. Benim tavsiyem farklı çeşitleri içeren (özellikle fosfor çözücü ve azot bağlayıcılar) , birkaç tür mikoriza içeren, sıvı solucan gübresi, birazcık ta soğuk sıkım deniz yosunuyla çok pahalı olmayan ve fark yaratacak bir kaplama yapmış olursunuz. Özellikle sıvı solucan gübresinde çok uçuk kaçık fiyatla ürün satanlar var. Biraz araştırma yaparsanız uygun ve kaliteli ürünleri bulabilirsiniz. Taban gübresinden tasarrufla gayet güzel bir karışım yapabilirsiniz.
Şimdi bu kaplamaların etkisine inanmayanlar ne yapabilirler? Bu seneyi deneme yılı ilan ederek bu saydığım kaplamalardan tohumlarına uygulayarak 3-5 dekarda taban gübresiz deneyebilirler ve görecekler ki negatif hiç bir fark olmayacak. Bu denemelerin kendilerinde şüphe bırakmaması için farklı toprak tipi olan farklı tarlalarda şahitli olarak yapmalarını tavsiye ederim. Kendi tarlalarımızdaki taban gübresiz ekilen tarlaların fotoğraflarını burada bulabilirsiniz. Buğday cinsleri komşularımızla birlikte aynı olup ekim tarihleri 1-2 gün bizimkiler daha geçtir. Komşularımızda taban gübresi vardır.
Bu iki fotoğrafta sağdaki tarlalar bizim soldakiler komşumuzundur.
Kök gelişimi farkını buradan görebilirsiniz. Fotoğrafın üst tarafındaki kök gurubu bizim , alt taraftaki kök gurubu komşumuzun.
6) Gübreleme:
Ortalama bir toprak kalitesi için tavsiyem:
a) İyi bir bakteri,mikoriza, sıvı solucan gübresi, soğuk presle elde edilmiş deniz yosunu veya aminoasitli bir kaplama ile taban gübresiz ekim. Not: Bakterilerin havanın azotunu çevirmede kullandıkları element molibden. Kaplamada eser miktarda buna da yer verebilirsiniz.
b) Sonrasında ilk azotlu gübreleme en az 5-6 hafta sonra saf 4,5 kg/dekar azotu geçmeyecek şekilde.
c) Sapa kalkma öncesi 10 kg üre.
d) Bayrak yaprak çıktığında 10 kg üre.
e) Kardeşlenmede kesinlikle çinko,mangan,bor,molibden,demir içerikli bir kombi ve yüksek doz hayvansal aminoasit veya dekara 500 ml sıvı solucan gübresi
f) Başak öncesi bayrak yaprağın azot içeriğini yükseltmek çok önemli. Bunu yaprak gübresi ile çok yüksek fiyatlara düşük bi üreli gübre ile de yapabilirsiniz. Ya da benzinliklerde satılan saf su içerikli ve düşük bi üre içerikli azot sıvısı olan AdBlue ile daha hesaplı da yapabilirsiniz. Dekara 1 lt AdBlue serin saatlerde fungusitsiz kullanabilirsiniz. Başak öncesi bu uygulama başaktaki tane sayısını arttırır. Buna çok az şeker veya melas veya MAP'ta ekleyebilirsiniz. Başka bir alternatif 1 lt/dekar sıvı solucan gübresi + yine map ve biraz şeker veya melasla.
Havalar ısınmaya başladığında, bitkimiz de hızlı büyümeye geçecek. Bu dönemde yeşil aksamın gelişimiyle sıklık artacağından mantari hastalıklar için en kritik zamandır. Burada trikoderma ve farklı bakteri gurupları içeren bakteriyel preparatlar yine iyi bir seçenek. Buradaki strateji, iyi bakteri ve mantarları yaprak yüzeyine yerleştirerek kötülere beslenecek ve çoğalacak bir şey bırakmamak. Bakteriler bunu toprakta demiri bünyelerine alarak kötü mantarların beslenmesini engelleyerek yaparlar.
Şunu unutmayalım lütfen. Bitkimiz ne kadar sağlıklıysa o kadar hastalıklara, virüslere daha dayanıklıdır. Tıpkı insanlardaki uçuk virüsü gibi. Virüs hep dudağımızda bekliyor. Ne zaman insanın direnci düşüyor o zaman hastalık ortaya çıkıyor. Yabancılar bitkinin ne kadar sağlıklı ve dirençli olduğunu brix tablosuyla ölçüyorlar. Brix bitki suyunda çözünmüş şeker derecesini anlatır. Yani bitki ne kadar kompleks şekerleri bünyesinde ürettiyse o kadar brixi yüksek olacaktır. Yüksek brix hastalıklara ve böceklere karşı dayanıklılık ve caydırıcılık kazandırır. Soldaki tablo yaptığımız yaprak gübrelemelerinin bitkinin brixini nasıl etkileyerek hep bir tık yukarı ve daha uzun sürede brixin düşmeye başladığını göstermesi açısından önemli. Sağdaki tabloda koyu yeşil alanda 12 brix değerinin çekirgeyi bile bitkiden uzak tutacağını anlatıyor. Bu tabloya bazı eleştiriler var ama genel olarak emici böcekleri hatta mısırda kök kurdunu bile ilaç kullanmadan bir gecede yaprak gübrelemesiyle bitkinin brixini yükselterek öldürebiliyorlar. Buradan çıkacak ders bitkimizi her daim kuvvetli tutalım ki daha yüksek brixe sahip olsun. Daha yüksek brixe sahip bitki köklere daha fazla şeker gönderir. Bunlar daha çok bakteri besler. Bu bakteriler daha çok su ve besin sağlar. Ayrıca bu şekerler karbon içerdiklerinde aslında toprağa katılan organik maddedir. İşte bu bu organik maddeyi toprağı sürerek oksijene maruz bırakıyoruz ve ne oluyor karbon+oksijen= karbondiaoksite dönerek havaya uçuyor. Bu konulara ayrıca başka bir paylaşımda girmeyi planlıyorum.
Şimdilik bu kadar. Unuttuklarımı aklıma geldikçe ekleyeceğim. Eleştirip , eklemek istediklerinizi de yazarsanız bu paylaşımı geliştirebiliriz.