Eskiden ne derlerdi ! "Kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri" Kısaca Türkiye tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yetebiliyordu. Türkiye güçlü büyük bir ülkeydi. Kötü yönetiliyor olsa bile bir şekilde ilerliyordu. 1960 yıllarda tarımıza karışmaya , sanayimize engel olmaya başladılar. Kenevir, haşhaş, zeytinyağı gibi ürünlerimizi engellemek istediler. 1960 yıllarında ki kötü yönetim dışarıdaki düşmanlarımıza fırsat verdi. Kıbrısta rumlar saldırmaya başladı. 1970 yılına gelene kadar kıbrıs Türklerine yapmadıkları kalmadı. Katliamlar başladı. 1974 yılına gelindiğinde dünya bizim elimizi kolumuzu bağlamak istedi. Tehditler yağdırdılar. Ancak o zamanın hükümeti 1974 yılında kıbrısa tüm dünyayı karşısına almak pahasına müdahale etti. O zaman işte o "sarı öküzü" vermeyerek büyük bir siyasi askeri başarı kazandık. Sonra ne oldu. Ambargo üstüne ambargo yedik. Bazı tarih bilmez hainler. Tüp kuyruğu yağ kuyruğu vardı diyor. Bilmiyor ki nedenlerini. Bağımsızlığımız için çekildi bu çileler. Gelelim konuya. O ambargolar bize bir şey yapamadı. Ne aç kaldık, ne sanayimiz çaresiz. Kendi sanayimizi kurduk. Bir çok savunma sanayi firmalarımız kuruldu. O zaman bizi en çok ayakta tutan ve güç veren şey ülkemizin "tarım gücüycü." Bizi açlıkla sınayamadılar. Bu ülke işgalle yıkılamaz. Ancak içten ekonomik olarak ve ülkenin bu gelişmiş sanayi ve kuruluşları ele geçirilerek yıkılır. Dış güçler bu sefer farklı bir yöntem seçti. Ülkenin yönetimine kendi yetiştirmiş olduğu siyasetçileri getirdiler. Ülkenin tüm kurumlarında bunlara bağlı insanlar geldi. Liyakat bitti. Atatürk ne demişti : "Her fabrika bir kaledir."
Ülkenin bu güzel kurumları, tesisleri kısaca kaleleri bir bir özelleştirme adı altında yabancılara satıldı. Limanlar, maden sahaları, araziler, köprüler, hastaneler, yollar, otobanlar hep yabancıların eline geçti. Artık ülkenin her yeri "Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal olabilir" sözü gerçekleşti. Sıra gelmişti tarım ve hayvancılığa;
Son 20 yılda uygulanan hatta Tarım bakanımızın Fransa'dan ödül olan politakaları sebebiyle tarımda ve hayvancılıkta dışa bağımlı hale geldik.
Kısaca öyle bir duruma geldik ki, yunanlıların adalarımıza asker çıkartmalarına , kıbrısta çözüm bulunamamasına, avrupanın binlerce işgalciyi ülkemize göndermesine, abd li papazın verilmesine bile ses çıkartamaz olduk. Bağımsızlığımız kalmadı. Bizler kendi ülkesinde 2. sınıf vatandaş olduk. Bizler ülkemizin işgal edilmiş durumda olduğunun bile farkında olamadık. Antalya'da elin avrupalısının hizmetçisi, dış güçlerin çalıştırdığı köleler haline geldik. Çalışıyoruz ama kendimize faydamız yok. Bir grup insanın doyumsuz isteklerine yetişmeye çalışıyoruz. Bu iyi günlerimiz.
Her gün işgalci sayısı artıyor. Şuan 17 milyonun üstünde işgalci var. 5 yıl içinde gelenler ve yeni doğanlarla beraber 40 milyonu geçecek. Sizlerde izleyeceksiniz. 40 milyon işgalci sizlerin elinde ne varsa almaya başlayacak. O zaman iş işten geçmiş olacak. Yazdıklarımı beğenmeyen olacak. Çünkü bu ülke kurtuluş savaşı verirken savaştan kaçanların oranı %46 . Bu kesim hep kendi çıkarlarını ülkenin çıkarlarının üstünde gördü. Ahlak her geçen gün kayboldu. Herkes birbirini kazıklar oldu. Kendimize gelmemiz lazım. Ancak şimdi bile iş işten geçmiş gibi görünebilir.
Yine de Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi ;
“Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”