Beş adımda dünyayı doyurma planı
2050 yılına gelindiğinde, beslenmesi gereken boğaz sayısına iki milyar kişi daha eklenecek. Peki ne yapılacak da bu kadar insan doyurulacak? Sekiz ay sürecek Gıda başlıklı yazı dizimizde, gezegenimize aşırı yüklenmeden bu işi başarmanın yolları aranacak...
Jonatan Foley
National Geographic Türkiye
Güncelleme: 12:49 TSİ 22 Mayıs. 2014 Perşembe
9 milyar kişiye yetecek gıdayı nereden bulacağız?
Konvansiyonel tarım ya da organik, küçük ölçekli yerel üretici arasında bir tercih yapmamız gerekmiyor. Bir üçüncü yol daha var.
Çevresel tehdide yol açan unsurları düşündüğümüzde, aklımıza genelde arabalar ve bacalar geliyor; akşam yemeği değil. Ama aslında gıda gereksinimimiz, gezegenimize yönelik en büyük tehlikelerden biri.
Dünya üzerindeki tüm araba, kamyon, tren ve uçakların toplamının yol açtığından daha fazla sera gazı salımının sorumluluğunu üstlenen tarım, küresel ısınmaya en büyük katkıyı sağlayan unsurlardan. Tarımın neden olduğu salımın büyük bölümü de büyükbaş hayvanlar ve çeltik tarlalarından salınan metan, gübreli tarlalardan yükselen azot oksit ve de tarımhayvancılık adına yağmur ormanlarının kesimi sonucunda açığa çıkan karbondioksitten oluşuyor.
Çiftçilik, değerli su kaynaklarımızın baş tüketicileri listesinde ilk sırada; gübretezek bulaşmış akarsuların dünya genelinde hassas göl, nehir ve kıyı ekosistemlerini bozması paralelinde, çevre kirliliğinin de önde gelen nedenlerinden biri. Tarım ayrıca biyolojik çeşitliliğin yitip gitmesine de ivme kazandırıyor. Tarım arazisi açmak için kesip biçtiğimiz çayırlık alanlar ve ormanlarla birlikte önemli yaşam alanlarını da yitiriyoruz ve sonuçta tarım, yaban hayvanlarının soyunun tükenmesinin de başlıca etkenlerinden biri konumunu üstleniyor.
Tarıma eşlik eden çevresel sorunlar halihazırda çok büyük. Bu sıkıntılar, dünya genelinde artan gıda gereksinimi karşılanmaya çalışıldıkça, daha da aciliyet kazanacak. İçinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarında, büyük olasılıkla iki milyar kişiyi daha doyurmamız gerekecek yani, beslenmesi gereken kişi sayısı dokuz küsur milyar olacak. Aslında, nüfus artışı, daha fazla gıdaya gereksinim duymamızın tek nedeni değil.
Dünya genelinde özellikle de Çin ve Hindistanda yaşanan refah artışıyla et, süt ve yumurtaya yönelik artan talep paralelinde, daha fazla büyükbaş hayvan, domuz ve tavuğu beslemek üzere daha fazla mısır ve soya fasulyesi yetiştirme baskısı da artıyor. Günümüzdeki eğilimlerin bu şekilde sürmesi halinde, nüfus artışı ve daha zengin beslenme tarzlarının oluşturduğu çifte darbe sonucu, 2050 yılına dek, yetiştirdiğimiz ekin miktarını da yaklaşık iki katına çıkarmamız gerekecek.
Küresel gıda sorununun nasıl ele alınacağına ilişkin tartışmalar ne yazık ki kutuplaşmalara yol açıyor: Konvansiyonel tarım ve küresel ticaret ikilisiyle, yerel gıda üretim sistemleri ve organik tarım karşı karşıya geliyor. Konvansiyonel tarımı destekleyenler, modern makineler, sulama sistemleri, gübre kullanımı ve başarılı genetik çalışmaların, ürünü artırıp talebi karşılamaya yardımcı olduğunu dile getiriyor. Haklılar da. Öte yandan yerel ve organik tarımı savunanlarsa, dünya genelinde küçük çiftçilerin, verimliliği sentetik gübre ve tarım ilacı kullanmaksızın artıran teknikler benimseyerek alınan ürün miktarını yükseltebileceğini ve böylece bu insanların da yoksulluktan kurtulabileceğini öne sürüyor. Onlar da haklı.
Ama çözüm ya biri, ya da diğeri olmak zorunda değil. Sadece biri, bir çözüm getirmiyor. Üstelik, her iki yaklaşım da çok gerekli çözümler sunuyor. Organik üretim yapanlar, yerel üreticiler ya da ileri teknoloji kullanan konvansiyonel çiftlikler... En akılcı çözüm, her iki yaklaşımın da en iyi yanlarının bir araya getirilmesi.
Ben, basit bir soruyu yanıtlamaya odaklanan bir grup bilim insanına önderlik etmek gibi bir şansa sahip oldum. Soru şöyleydi: Dünya, nasıl mevcut gıdayı ikiye katlayıp, aynı zamanda da tarımın çevreye verdiği zararı azaltabilir? Tarım ve çevreye dair pek çok veriyi analiz ettik ve sonra, dünyanın gıda açmazını çözebilecek beş adım önerdik.
BİRİNCİ ADIM:Tarımın mevcut ayak izini dondurmak
İnsanlık tarihinin büyük bölümü boyunca, daha fazla gıda üretmemiz gereken her aşamada, arazi açmak için ya ormanları kesmiş ya da çayırlık alanları sabanlarımızla tersyüz etmişizdir.
Ekinlerimiz için bugüne dek yaklaşık Güney Amerika büyüklüğünde bir alan açmış durumdayız. Hayvancılık için ele geçirdiğimiz araziyse daha da fazla, aşağı yukarı Afrikaya denk bir alan.
Tarımın ayak izi dünya genelinde ekosistemlerin tümden yok olmasına yol açmış durumda ki bu yok oluş listesine Kuzey Amerikanın çayırlıkları ve Brezilyanın Atlantik ormanları da dahil. Tropikal ormanlar halen, endişe verecek bir hızla kesiliyor. Oysa, artık, gıda üretimini tarım alanlarını genişleterek artırmayı kaldıramayacak durumdayız. Tropikal ormanların tarım arazisiyle takası, çevreye verdiğimiz yıkıcı zararlar arasında. Üstelik bu, çoğu zaman, dünyada hâlâ aç olan 850 milyon insanın yararına yapılmıyor.
Tropik bölgelerde tarım için açılan alanların büyük bölümü dünyanın gıda güvenliğine pek bir katkı sağlamıyor. Daha çok sığır beslemek, hayvan yemi olarak kullanılmak üzere daha çok soya fasulyesi yetiştirmek, daha çok kereste elde etmek ve palmiye yağı üretmek için kullanılıyor. Yani, ormansızlaşmayı durdurmak başlıca önceliklerden biri olmalı.
Yazının devamı ve daha fazlası National Geographic Türkiye Mayıs sayısında.
2050 yılına gelindiğinde, beslenmesi gereken boğaz sayısına iki milyar kişi daha eklenecek. Peki ne yapılacak da bu kadar insan doyurulacak? Sekiz ay sürecek Gıda başlıklı yazı dizimizde, gezegenimize aşırı yüklenmeden bu işi başarmanın yolları aranacak...
Jonatan Foley
National Geographic Türkiye
Güncelleme: 12:49 TSİ 22 Mayıs. 2014 Perşembe
9 milyar kişiye yetecek gıdayı nereden bulacağız?
Konvansiyonel tarım ya da organik, küçük ölçekli yerel üretici arasında bir tercih yapmamız gerekmiyor. Bir üçüncü yol daha var.
Çevresel tehdide yol açan unsurları düşündüğümüzde, aklımıza genelde arabalar ve bacalar geliyor; akşam yemeği değil. Ama aslında gıda gereksinimimiz, gezegenimize yönelik en büyük tehlikelerden biri.
Dünya üzerindeki tüm araba, kamyon, tren ve uçakların toplamının yol açtığından daha fazla sera gazı salımının sorumluluğunu üstlenen tarım, küresel ısınmaya en büyük katkıyı sağlayan unsurlardan. Tarımın neden olduğu salımın büyük bölümü de büyükbaş hayvanlar ve çeltik tarlalarından salınan metan, gübreli tarlalardan yükselen azot oksit ve de tarımhayvancılık adına yağmur ormanlarının kesimi sonucunda açığa çıkan karbondioksitten oluşuyor.
Çiftçilik, değerli su kaynaklarımızın baş tüketicileri listesinde ilk sırada; gübretezek bulaşmış akarsuların dünya genelinde hassas göl, nehir ve kıyı ekosistemlerini bozması paralelinde, çevre kirliliğinin de önde gelen nedenlerinden biri. Tarım ayrıca biyolojik çeşitliliğin yitip gitmesine de ivme kazandırıyor. Tarım arazisi açmak için kesip biçtiğimiz çayırlık alanlar ve ormanlarla birlikte önemli yaşam alanlarını da yitiriyoruz ve sonuçta tarım, yaban hayvanlarının soyunun tükenmesinin de başlıca etkenlerinden biri konumunu üstleniyor.
Tarıma eşlik eden çevresel sorunlar halihazırda çok büyük. Bu sıkıntılar, dünya genelinde artan gıda gereksinimi karşılanmaya çalışıldıkça, daha da aciliyet kazanacak. İçinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarında, büyük olasılıkla iki milyar kişiyi daha doyurmamız gerekecek yani, beslenmesi gereken kişi sayısı dokuz küsur milyar olacak. Aslında, nüfus artışı, daha fazla gıdaya gereksinim duymamızın tek nedeni değil.
Dünya genelinde özellikle de Çin ve Hindistanda yaşanan refah artışıyla et, süt ve yumurtaya yönelik artan talep paralelinde, daha fazla büyükbaş hayvan, domuz ve tavuğu beslemek üzere daha fazla mısır ve soya fasulyesi yetiştirme baskısı da artıyor. Günümüzdeki eğilimlerin bu şekilde sürmesi halinde, nüfus artışı ve daha zengin beslenme tarzlarının oluşturduğu çifte darbe sonucu, 2050 yılına dek, yetiştirdiğimiz ekin miktarını da yaklaşık iki katına çıkarmamız gerekecek.
Küresel gıda sorununun nasıl ele alınacağına ilişkin tartışmalar ne yazık ki kutuplaşmalara yol açıyor: Konvansiyonel tarım ve küresel ticaret ikilisiyle, yerel gıda üretim sistemleri ve organik tarım karşı karşıya geliyor. Konvansiyonel tarımı destekleyenler, modern makineler, sulama sistemleri, gübre kullanımı ve başarılı genetik çalışmaların, ürünü artırıp talebi karşılamaya yardımcı olduğunu dile getiriyor. Haklılar da. Öte yandan yerel ve organik tarımı savunanlarsa, dünya genelinde küçük çiftçilerin, verimliliği sentetik gübre ve tarım ilacı kullanmaksızın artıran teknikler benimseyerek alınan ürün miktarını yükseltebileceğini ve böylece bu insanların da yoksulluktan kurtulabileceğini öne sürüyor. Onlar da haklı.
Ama çözüm ya biri, ya da diğeri olmak zorunda değil. Sadece biri, bir çözüm getirmiyor. Üstelik, her iki yaklaşım da çok gerekli çözümler sunuyor. Organik üretim yapanlar, yerel üreticiler ya da ileri teknoloji kullanan konvansiyonel çiftlikler... En akılcı çözüm, her iki yaklaşımın da en iyi yanlarının bir araya getirilmesi.
Ben, basit bir soruyu yanıtlamaya odaklanan bir grup bilim insanına önderlik etmek gibi bir şansa sahip oldum. Soru şöyleydi: Dünya, nasıl mevcut gıdayı ikiye katlayıp, aynı zamanda da tarımın çevreye verdiği zararı azaltabilir? Tarım ve çevreye dair pek çok veriyi analiz ettik ve sonra, dünyanın gıda açmazını çözebilecek beş adım önerdik.
BİRİNCİ ADIM:Tarımın mevcut ayak izini dondurmak
İnsanlık tarihinin büyük bölümü boyunca, daha fazla gıda üretmemiz gereken her aşamada, arazi açmak için ya ormanları kesmiş ya da çayırlık alanları sabanlarımızla tersyüz etmişizdir.
Ekinlerimiz için bugüne dek yaklaşık Güney Amerika büyüklüğünde bir alan açmış durumdayız. Hayvancılık için ele geçirdiğimiz araziyse daha da fazla, aşağı yukarı Afrikaya denk bir alan.
Tarımın ayak izi dünya genelinde ekosistemlerin tümden yok olmasına yol açmış durumda ki bu yok oluş listesine Kuzey Amerikanın çayırlıkları ve Brezilyanın Atlantik ormanları da dahil. Tropikal ormanlar halen, endişe verecek bir hızla kesiliyor. Oysa, artık, gıda üretimini tarım alanlarını genişleterek artırmayı kaldıramayacak durumdayız. Tropikal ormanların tarım arazisiyle takası, çevreye verdiğimiz yıkıcı zararlar arasında. Üstelik bu, çoğu zaman, dünyada hâlâ aç olan 850 milyon insanın yararına yapılmıyor.
Tropik bölgelerde tarım için açılan alanların büyük bölümü dünyanın gıda güvenliğine pek bir katkı sağlamıyor. Daha çok sığır beslemek, hayvan yemi olarak kullanılmak üzere daha çok soya fasulyesi yetiştirmek, daha çok kereste elde etmek ve palmiye yağı üretmek için kullanılıyor. Yani, ormansızlaşmayı durdurmak başlıca önceliklerden biri olmalı.
Yazının devamı ve daha fazlası National Geographic Türkiye Mayıs sayısında.