NİÇİN TAHTAYA VURURUZ?
Çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000 ' li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege ' de Helen uygarlı
Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, Tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı. Kuzey Amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı Tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı.
Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa ' nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu. Hatta Avrupa ' nın her katedralinde orijinal tahta haçın küçük bir parçasının bulunduğuna inanılıyordu. Bu tahtaya vurmak ise 'Tanrım dua ve isteklerimi gerçekleştir' anlamına geliyordu.
MERDİVEN ALTINDAN GEÇMEK UĞURSUZLUKMU?
Duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. Bu, bir çok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de, bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir. Eski Mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. Merdiven olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris ' i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. Ayrıca merdiven, tanrıların katına tırmanmak için de şekilsel bir semboldü.
Asırlar sonra Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa ' nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar. 17. yüzyılda İngiltere ve Fransa ' da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela Romalıların panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru sallarlardı.
KARA KEDİ GEÇMESİ NE ANLAMA GELİYOR?
Milattan önce 3000 ' li yıllarda, eski Mısırlılar zamanında kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta siyah dişi kediler tanrıça olarak kabul ediliyordu. Kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile yapılmıştı.
Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile Ortaçağda, İngiltere ' de başladı. Bağımsız, bildiğini yapan, 'inatçı' ve 'sinsi' karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü. O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa ' da histeriye dönüştüğü yıllardı. Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına ve siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştüklerine dair korku dolu halk hikâyeleri üretildi. Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. Fransa ' da kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı.
MAVİ BONCUK !!!!
Nazar inancının ardındaki güç, Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı. Karşılarındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı.
Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak ' ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor. Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi. Sonradan bu inanç, bir bakışla yaşayan şeyleri de kurutabilme yönünde gelişti.
Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, sayılarının daha az olması sebebiyle, mavi gözlü insanların daha fazla nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde camdan yapılan nazarlıklar, nazarın değebileceği düşünülen her yere takılmaktadır.
AYNA KIRILMASI UĞURSUZLUĞU ??
Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.
İlk aynalar; Mısırlılar zamanında, pirinç, bronz, gümüş ve altından yapılmıştı ve kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu.
Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar. Romalılar hayatın her 7 senede bir kendini yenilediğine inanıyorlardı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.
Bu batıl inanç, 15. yüzyılda İtalya ' da, kolay kırılabilir ve pahalı ilk aynaların yapılması ile birlikte iyice gelişti ve ekonomik boyut kazandı. Aynayı taşıyanlar, evlerde aynaları temizleyen hizmetkarlar, aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda uyarılıyorlardı.
' ' ' Bu bilgiler Tamer Korugan ' ın 'Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi-1' isimli kitabından derlenmiştir. ' ' '
DEMEKKİ HİÇ BİRİNİN ASLI ASTARI YOKMUŞ...
Çok eski zamanlarda meşe ağacının, yüksekliği ve sağlamlığı nedeniyle, bazı güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. Tahtaya vurma inancı dünyanın apayrı iki yerinde birbirinden bağımsız olarak gelişti. Önce milattan önce 2000 ' li yıllarda Kuzey Amerika yerlilerinde, sonra da Ege ' de Helen uygarlı
Her iki kültür de meşe ağacına çok sık yıldırım düştüğünü gözlemlemişti. Amerika yerlileri meşenin, Tanrının yıldırımla yeryüzüne inip üzerinde oturduğu yer olduğuna, Helenler ise Yıldırım Tanrısı olduğuna inanmışlardı. Kuzey Amerika yerlileri, bu ağacın köküne vurarak, ileride başlarına gelebilecek tehlikelere ve şansızlıklara karşı Tanrı ile temasa geçtiklerine inanıyorlar ve ondan kendilerini korumasını istiyorlardı.
Ortaçağda ise Hıristiyan din adamları bu inancı kendi devirlerine taşıdılar. Onlara göre bu inanışın temelinde Hz. İsa ' nın tahta bir çarmıhta öldürülmesi yatıyordu. Hatta Avrupa ' nın her katedralinde orijinal tahta haçın küçük bir parçasının bulunduğuna inanılıyordu. Bu tahtaya vurmak ise 'Tanrım dua ve isteklerimi gerçekleştir' anlamına geliyordu.
MERDİVEN ALTINDAN GEÇMEK UĞURSUZLUKMU?
Duvara dayanan bir merdiven, duvar ile arasında bir üçgen oluşturur. Bu, bir çok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de, bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir. Eski Mısırlılar için zaten merdivenin kendisi iyi şansın sembolü idi. Merdiven olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris ' i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. Ayrıca merdiven, tanrıların katına tırmanmak için de şekilsel bir semboldü.
Asırlar sonra Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa ' nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar. 17. yüzyılda İngiltere ve Fransa ' da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. Değişik kültürler bu uğursuzluğa karşı bazı panzehirler geliştirdiler. Mesela Romalıların panzehiri yumruktu. O kişiler orta yani en uzun parmaklarını gerip diğer parmaklarını yumruk gibi yaparlar ve geçtikten sonra merdivene doğru sallarlardı.
KARA KEDİ GEÇMESİ NE ANLAMA GELİYOR?
Milattan önce 3000 ' li yıllarda, eski Mısırlılar zamanında kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta siyah dişi kediler tanrıça olarak kabul ediliyordu. Kedileri hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile yapılmıştı.
Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile Ortaçağda, İngiltere ' de başladı. Bağımsız, bildiğini yapan, 'inatçı' ve 'sinsi' karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü. O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa ' da histeriye dönüştüğü yıllardı. Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına ve siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştüklerine dair korku dolu halk hikâyeleri üretildi. Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. Fransa ' da kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı.
MAVİ BONCUK !!!!
Nazar inancının ardındaki güç, Nazar değmesi ile ilgili olarak en çok kabul gören görüş, gözdeki yansımadır. Eski insanlar sudan, aynadan yansıyan görüntülerinin kendi ruhları olduğuna inanıyorlardı. Karşılarındaki insanın gözleri içinde kendi küçük görüntülerini görünce tehlikede olduklarını, ruhlarının karşısındakinin gözleri içinde hapsolduğunu sanıyorlardı.
Bu korkunun dünya çapında genel bir inanca dönüşmesinin, şimdi Irak ' ın bulunduğu topraklarda yaşamış eski Sümerlerden kaynaklandığı sanılıyor. Sümerlerin inançlarına göre bazı insanlar bakarak suları kurutabilir ve bu nedenle ölüme sebep olabilirlerdi. Sonradan bu inanç, bir bakışla yaşayan şeyleri de kurutabilme yönünde gelişti.
Doğu Akdeniz ve Ege kıyılarında bu inanca, sayılarının daha az olması sebebiyle, mavi gözlü insanların daha fazla nazarlarının değdiği inancı da ilave edilmiştir. Bu nedenle buralarda nazarı geri itmek veya ayna gibi yansıtmak için mavi göz şeklinde camdan yapılan nazarlıklar, nazarın değebileceği düşünülen her yere takılmaktadır.
AYNA KIRILMASI UĞURSUZLUĞU ??
Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiştir.
İlk aynalar; Mısırlılar zamanında, pirinç, bronz, gümüş ve altından yapılmıştı ve kırılmaları mümkün değildi. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Cam kapların yapılmaya başlanılmasından sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu.
Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar. Romalılar hayatın her 7 senede bir kendini yenilediğine inanıyorlardı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.
Bu batıl inanç, 15. yüzyılda İtalya ' da, kolay kırılabilir ve pahalı ilk aynaların yapılması ile birlikte iyice gelişti ve ekonomik boyut kazandı. Aynayı taşıyanlar, evlerde aynaları temizleyen hizmetkarlar, aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda uyarılıyorlardı.
' ' ' Bu bilgiler Tamer Korugan ' ın 'Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi-1' isimli kitabından derlenmiştir. ' ' '
DEMEKKİ HİÇ BİRİNİN ASLI ASTARI YOKMUŞ...