İthal etle rekabet edemeyen büyük dev şirketler havlu atmaya başlamışlar. Kimileri ellerindeki hayvanlar besi süresini tamamlayıp kesime gönderdikten sonra yerine yeni besi hayvanı almayacakları bildirmişler. İthal ete yöneleceklermiş (13, 14, 15 Ocak 2011 tarihli gazete haberleri) .Özetle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve ithalat lobileri dışında herkesin ithalata karşı çıktığı görülüyor. Ayağımıza kurşun sıkıyoruz diye sızlanan liberallerimizin sayısı hızla artıyor.
Şimdi, timsah gözyaşları dökenlere birbiriyle bağlantılı iki soru yöneltelim. Türkiye, tarım ürünlerinde neden ve nasıl ithalat cenneti durumuna getirildi? Bu soruların cevapları, yüzeysel cevaplarla, salt iç dinamikler açısından verilemez. Dış dinamikleri irdelemeden, daha doğrusu emperyal kapitalizmi sorgulamaksızın verilen cevaplar kandırmacadan öteye gidemez. Benim cevaplarım şunlar;
TÜRKİYE, TARIMSAL ÜRÜNLERDE İTHALAT CENNETİ DURUMUNA NEDEN GETİRİLDİ?
1980’li yıllara değin dünya, iki kutbun yönlendiriciliğindeydi. Bir yanda reel sosyalizm, bir yanda emperyal kapitalizm ve kurumları dünyayı şekillendiriyordu. Emperyal kapitalizm, anılan yıllara değin özellikle çevre ülkelerinde köylülüğü, bir başka deyişle küçük üreticiliği destekleme politikalarını sürdürdü. Ancak temel amacı, özellikle çevre ülkelerinde ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefetin devrimci hareketlere dönüşümünü engellemek, daha doğrusu onları düzenin sınırları içinde gelişmelerini yönlendirmekti.
Bununla birlikte, emperyal kapitalizm, 1980’li yılların sonlarından itibaren tarımda izlediği politikaları terk etmeye başladı. Bu dönüşümde iki önemli etken rol oynadı.
• Bunlardan birincisi, reel sosyalist sistemin baskısının ortadan kalkmasıydı.
• İkincisi de tarımda özellikle Batı’da endüstriyel tarımın geldiği noktaydı. 1980’li yıllara değin tarım ürünleri ithalatçısı olan Batı, AR-GE ile geliştirdikleri yeni teknolojiler ve olağanüstü destekler aracılığıyla tarımda da gereksinimlerin çok üstünde tarımsal ürün ve girdi stoklarına ulaştılar. Kısaca, üretimlerini sadece kendilerine yeter duruma getirmeleri için değil, çevre ülkelerine de satmak amacıyla yaptılar. Ancak bunun arkasında da tarımda yapılanmış, kapitalist şirketlerin ve işletmelerin iflah olmaz kar güdüsünün olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Anılan stokların eritilmesi, Batı için varlıklarının sürdürülmesi açısından yaşamsal bir zorunluluk durumuna geldi. Stokların eritilmesi için Dünya Borsa Fiyatları’nı çevre ülkelerin iç fiyatlarının altına düşürdüler. Çevre ülkelerin işbirlikçi sınıf ve katmanları da iç piyasayı terbiye etmek bahanesiyle ithalata yöneldiler. Bu bağlamda Türkiye’ye de damızlık hayvandan besi hayvanına karkas etten lob ete, süt tozunda peynire varıncaya kadar her türlü tarımsal ürün ithalatı başladı. Günümüzde de bu sürdürülüyor ve sürdürülecek.
TÜRKİYE, TARIM ÜRÜNLERİNDE İTHALAT CENNETİ DURUMUNA NASIL GETİRİLDİ?
Türkiye,1980 yılardan beri uygulanan tarım politikalarıyla ithalat cenneti durumuna getirildi. Bu nasıl gerçekleştirildi, özetleyelim;
• Tarımsal desteklemeler, yetersiz ve istikrarsız bir şekilde yapıldı. Tarım Kanunu uygulanmadı.
• Yetersiz desteklemeler ise, çiftçilerimizin büyük çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine, büyük dev işletmeler lehine kullanıldı. Bu kapsamda tarım dışı sektörün piyasaya girmesi de özendirildi, yapılabilirlik hesapları bilimin ölçeği dışına çıkarıldı.
• Piyasayı, belirli ölçülerde çiftçi lehine düzenleyen tarımsal kitler özelleştirildi ya da işlevsiz duruma getirildi. Çiftçiler giderek yabancılaşan tarım tekelleri karşısında çaresiz bırakıldılar.
• Giderek desteksiz ve örgütsüz kalan çiftçiler fakirleştiler, topraklarını ve hayvanlarını elden çıkarmak zorunda kaldılar.
• Bütün bunlar sonunda hayvan sayısında çok önemli erimeyi yarattı. Hayvansal ürün üretimi nüfus başına azatlı. Özellikle kırmızı et fiyatında artışlar ortaya çıktı.
Burada Türkiye’de sürekli bir şekilde şöyle bir oyun sahneye sokuldu, bu oyun bugünlerde de sürdürülüyor. Anlatalım;
İç piyasada, et ve çiğ süt dahil hayvansal ürün fiyatları yükseltiliyor. Hayvan yetiştiriciliği özendiriliyor. Örneğin sıfır faizli uzun süre ödemeli destekler verilmeye başlanıyor. Sürülerini büyütmek isteyenler ya da piyasaya yeni girecekler önce dahilde uygun nitelikte ve fiyatta hayvan arayışına giriyorlar. Daha sonra iç piyasada hayvan olmadığı gerekçesiyle ithalata yönlendiriliyorlar. Bu bağlamda Batı ülkeleri de stoklarını eritmek için Dünya Borsa Fiyatları’nı uygun bir duruma getiriyorlar, daha doğrusu düşürüyorlar. Bu durum bir süre devam ediyor.
Ancak iç piyasada hayvansal ürün fiyatlarından tüketici şikayet etmeye başlayınca
önce süt tozu, et dahil hayvansal ürün ithali başlatılıyor. Buna da iç piyasayı terbiye etmek deniliyor. Sanayiciler bu kez ucuza buldukları ithal süt tozuna yöneliyorlar, çiğ sütü mal oluş fiyatının çok altına düşürülüyor. Kazanamayan küçük ve orta ölçekli üreticiler hayvancılığı bırakmak zorunda kalıyorlar, milyonlarca hayvan kesime gönderiliyor. Hayvan sayısında hızlı düşüşler ortaya çıkıyor. Özetle, Doldur-Boşalt-Doldur Politikası Türkiye Hayvancılığı’nda egemen kılınıyor.
Bundan Türkiye zararlı çıkıyor. Bir başka deyişle Batılılar Ortak, Türkiye Pazar oluyor.
Türkiye’nin tarım ürünleri ithalatının bilinen, ancak dillendirilmeyen ve saklanmaya çalışılan nedeni bu. Bunun dışında, emperyal kapitalizme karşı çıkılmaksızın yapılan bütün değerlendirmeler gerçeği saklayan yaklaşımlardır. Gerçeği saklayan yaklaşımları nasıl nitelendirmek gerekiyor
Şimdi, timsah gözyaşları dökenlere birbiriyle bağlantılı iki soru yöneltelim. Türkiye, tarım ürünlerinde neden ve nasıl ithalat cenneti durumuna getirildi? Bu soruların cevapları, yüzeysel cevaplarla, salt iç dinamikler açısından verilemez. Dış dinamikleri irdelemeden, daha doğrusu emperyal kapitalizmi sorgulamaksızın verilen cevaplar kandırmacadan öteye gidemez. Benim cevaplarım şunlar;
TÜRKİYE, TARIMSAL ÜRÜNLERDE İTHALAT CENNETİ DURUMUNA NEDEN GETİRİLDİ?
1980’li yıllara değin dünya, iki kutbun yönlendiriciliğindeydi. Bir yanda reel sosyalizm, bir yanda emperyal kapitalizm ve kurumları dünyayı şekillendiriyordu. Emperyal kapitalizm, anılan yıllara değin özellikle çevre ülkelerinde köylülüğü, bir başka deyişle küçük üreticiliği destekleme politikalarını sürdürdü. Ancak temel amacı, özellikle çevre ülkelerinde ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefetin devrimci hareketlere dönüşümünü engellemek, daha doğrusu onları düzenin sınırları içinde gelişmelerini yönlendirmekti.
Bununla birlikte, emperyal kapitalizm, 1980’li yılların sonlarından itibaren tarımda izlediği politikaları terk etmeye başladı. Bu dönüşümde iki önemli etken rol oynadı.
• Bunlardan birincisi, reel sosyalist sistemin baskısının ortadan kalkmasıydı.
• İkincisi de tarımda özellikle Batı’da endüstriyel tarımın geldiği noktaydı. 1980’li yıllara değin tarım ürünleri ithalatçısı olan Batı, AR-GE ile geliştirdikleri yeni teknolojiler ve olağanüstü destekler aracılığıyla tarımda da gereksinimlerin çok üstünde tarımsal ürün ve girdi stoklarına ulaştılar. Kısaca, üretimlerini sadece kendilerine yeter duruma getirmeleri için değil, çevre ülkelerine de satmak amacıyla yaptılar. Ancak bunun arkasında da tarımda yapılanmış, kapitalist şirketlerin ve işletmelerin iflah olmaz kar güdüsünün olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Anılan stokların eritilmesi, Batı için varlıklarının sürdürülmesi açısından yaşamsal bir zorunluluk durumuna geldi. Stokların eritilmesi için Dünya Borsa Fiyatları’nı çevre ülkelerin iç fiyatlarının altına düşürdüler. Çevre ülkelerin işbirlikçi sınıf ve katmanları da iç piyasayı terbiye etmek bahanesiyle ithalata yöneldiler. Bu bağlamda Türkiye’ye de damızlık hayvandan besi hayvanına karkas etten lob ete, süt tozunda peynire varıncaya kadar her türlü tarımsal ürün ithalatı başladı. Günümüzde de bu sürdürülüyor ve sürdürülecek.
TÜRKİYE, TARIM ÜRÜNLERİNDE İTHALAT CENNETİ DURUMUNA NASIL GETİRİLDİ?
Türkiye,1980 yılardan beri uygulanan tarım politikalarıyla ithalat cenneti durumuna getirildi. Bu nasıl gerçekleştirildi, özetleyelim;
• Tarımsal desteklemeler, yetersiz ve istikrarsız bir şekilde yapıldı. Tarım Kanunu uygulanmadı.
• Yetersiz desteklemeler ise, çiftçilerimizin büyük çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine, büyük dev işletmeler lehine kullanıldı. Bu kapsamda tarım dışı sektörün piyasaya girmesi de özendirildi, yapılabilirlik hesapları bilimin ölçeği dışına çıkarıldı.
• Piyasayı, belirli ölçülerde çiftçi lehine düzenleyen tarımsal kitler özelleştirildi ya da işlevsiz duruma getirildi. Çiftçiler giderek yabancılaşan tarım tekelleri karşısında çaresiz bırakıldılar.
• Giderek desteksiz ve örgütsüz kalan çiftçiler fakirleştiler, topraklarını ve hayvanlarını elden çıkarmak zorunda kaldılar.
• Bütün bunlar sonunda hayvan sayısında çok önemli erimeyi yarattı. Hayvansal ürün üretimi nüfus başına azatlı. Özellikle kırmızı et fiyatında artışlar ortaya çıktı.
Burada Türkiye’de sürekli bir şekilde şöyle bir oyun sahneye sokuldu, bu oyun bugünlerde de sürdürülüyor. Anlatalım;
İç piyasada, et ve çiğ süt dahil hayvansal ürün fiyatları yükseltiliyor. Hayvan yetiştiriciliği özendiriliyor. Örneğin sıfır faizli uzun süre ödemeli destekler verilmeye başlanıyor. Sürülerini büyütmek isteyenler ya da piyasaya yeni girecekler önce dahilde uygun nitelikte ve fiyatta hayvan arayışına giriyorlar. Daha sonra iç piyasada hayvan olmadığı gerekçesiyle ithalata yönlendiriliyorlar. Bu bağlamda Batı ülkeleri de stoklarını eritmek için Dünya Borsa Fiyatları’nı uygun bir duruma getiriyorlar, daha doğrusu düşürüyorlar. Bu durum bir süre devam ediyor.
Ancak iç piyasada hayvansal ürün fiyatlarından tüketici şikayet etmeye başlayınca
önce süt tozu, et dahil hayvansal ürün ithali başlatılıyor. Buna da iç piyasayı terbiye etmek deniliyor. Sanayiciler bu kez ucuza buldukları ithal süt tozuna yöneliyorlar, çiğ sütü mal oluş fiyatının çok altına düşürülüyor. Kazanamayan küçük ve orta ölçekli üreticiler hayvancılığı bırakmak zorunda kalıyorlar, milyonlarca hayvan kesime gönderiliyor. Hayvan sayısında hızlı düşüşler ortaya çıkıyor. Özetle, Doldur-Boşalt-Doldur Politikası Türkiye Hayvancılığı’nda egemen kılınıyor.
Bundan Türkiye zararlı çıkıyor. Bir başka deyişle Batılılar Ortak, Türkiye Pazar oluyor.
Türkiye’nin tarım ürünleri ithalatının bilinen, ancak dillendirilmeyen ve saklanmaya çalışılan nedeni bu. Bunun dışında, emperyal kapitalizme karşı çıkılmaksızın yapılan bütün değerlendirmeler gerçeği saklayan yaklaşımlardır. Gerçeği saklayan yaklaşımları nasıl nitelendirmek gerekiyor