Her ineğin yardımcı robotu var, Özgümüş, Sarp Çiftliği‘nin günde 10 ton süt üretip, yılda 4.5 milyon lira gelir elde etmesini bekliyor.
İş adamı Cüneyt Özgümüş, 30 yaşında süt işine sardı. Onlarca kitap okudu, yurt dışında, biri İngiltere Kraliçesi’nin olmak üzere çok özel iki süt çiftliği gezdi. Orada gördüklerini Türkiye’ye uyarladı. 10 milyon lira yatırımla kurduğu çiftlikte insan yok. İneklerin her türlü ihtiyacı robotlar tarafından karşılanıyor.
Cüneyt Özgümüş için mesele para değildi, 20’li yaşlarının ortalarında milyon dolarlara hükmediyordu. Üst düzey devlet adamlarıyla görüşüyor, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da askeri tesisler inşa ediyordu. Emekli askerler kulübünü andıran savunma fuarları onun kadar gencini nadiren görürdü. Savunma şirketi Koza Teknik’in varislerinden biriydi. Yedi yılı aşan sıra dışı bir kariyerdi onunki, ama aniden noktayı koydu.
Özgümüş’ün kariyerinin dönüm noktası oğlunun doğumuydu. Çocukluğuna dair hatıraları hâlâ tazeydi: “Babam sürekli seyahat ettiğinden, onu çok az görürdük. Şirketin dış ilişkilerinden sorumlu olduğum için ben de sürekli seyahat etmeye başlamıştım. Oğlum doğduğunda aynı şey olsun istemedim.” Bu karar hem babasını hem de şirketin Moskova ofisinin başında bulunan ağabeyini şaşkına çevirmişti. Daha 30’una bile gelmeden, ihtiyarlar gibi yerleşik bir hayatı mı özlüyordu? Özgümüş, çiftlik kurmak istediğini söylediğinde ise şaşkınlıkları iki katına çıkmıştı. Aldığı onca eğitimin ardından tek istediği inek yetiştirip, süt satmaktı. Gençleri anlayabilmek zordu.
Finallere hazırlanan öğrenci gibiydi
Önce, süt hayvancılığı konusunda Amerika’da eğitim veren en iyi üniversiteleri araştırdı, Özgümüş. Bu üniversitelerde okutulan ders kitaplarını Amazon’dan sipariş etti. Tıpkı finallere hazırlanan bir öğrenci gibi, 20 kadar kitabı çalışıp, teorik bilgisini geliştirdi. Verimli hayvan ırklarını araştırdı. Amerikan Holştayn Frizyan’da karar kıldı. Ardından DeLaval gibi süt hayvancılığına yönelik sağım robotları geliştiren tedarikçilerle görüşüp, kuracağı çiftliğin verimini artırmanın yollarını araştırdı. Olup biteni kendi gözleriyle görmek istediğinden verimli çiftlikleri tek tek gezmeye başladı. Türkiye’deki çiftliklerin birçoğu onda hayal kırıklığı yaratmıştı.
“Hayvancılık gibi gelişmemiş iş sahalarının miyop girişimciler yetiştirmekte üstüne yok” diye düşündü. Birçok süt üreticisi, sahip olduğu koşulların insan sağlığını nasıl tehdit ettiğini anlamakta, en hafif tabirle yavaş davranıyordu. Bu durum sonunda onların işlerine de yansıyacaktı: “Türkiye’de süt ihtiyacının yüzde 80’i bir ila sekiz ineği olan üreticilerden karşılanıyor. Bunun basit bir anlamı var: Süt, soğutma tankı olmayan üreticilerden, laboratuvar ölçümleri yapılmamış şekilde toplanıyor. En iyi markalar bile aslında risk altında.”
İngiliz kraliyet çiftliğinden esinlendi
Yurt dışındaki çiftlikleri gezmeye karar verdi, Özgümüş. Amerika’ya, Güney Dakota’ya gitti önce. Burada kullanılan süt sağım sistemlerini çok beğenmişti. Sonra özel izinle Ingiliz kraliyet çiftliğini gezdi. Geleneklerin hâlâ canlı ve güçlü tutulduğu Britanya’da, ayakta olan sadece kaleler ve katedraller değildi. Londra’da, Heath-ro\v Havaalanı’nm hemen yanında yer alan British Royal Farms, yaklaşık 500 yıl önce kraliyet ailesinin süt ürünleri ihtiyacını karşılamak için kurulmuştu. Özgümüş, bu çiftliğin de mimarisine hayran kalmıştı. Döndüğünde iki çiftliğin beğendiği yönlerini birleştirebileceği bir proje çizdirdi. Sıra finansmana gelmişti. Başlangıçta küçük bir çiftlik planlıyordu. Ancak Ziraat Bankası’nın iki yıl ödemesiz ve beş yıl vadeli hayvancılık destek kredisi Özgümüş’ü cesaretlendirdi. Çiftliğinin hayvan kapasitesini 500’e çıkardı. 3 milyon liralık bir kredi kullandı. 2 milyon lirasıyla yem bitkisi ekeceği 300 dönümlük bir arazi aldı. Çiftliğe ise 8 milyon lira harcamış, paranın yarısı yüksek teknolojili makine parkına gitmişti. Ondan da böylesi beklenirdi.
Çiftliğinin ve arabasının bir benzeri daha yok
Babası ve ağabeyi elektronik mühendisiydi. Her ne kadar işletme eğitimi alsa da yüksek teknolojiye sahip makinelere karşı engelleye-mediği bir merakı vardı. Bu merak yüzünden bir seferinde kahvaltılık almak için çıkıp, evine Cayman S Porsche Design Edition 1 model bir otomobille döndüğünü anlatıyor. Dünyada sadece 777 tane bulunan bu özel tasarım otomobil, komedyen Cem Yılmaz için özel olarak getirtilmişti. Türkiye’de bir benzeri yoktu. Cem Yılmaz satın almaktan vazgeçince, vitrine çıkarılmış, bu sayede onu görebilmişti. Oğlunun adını verdiği, Tekirdağ’da kurduğu Sarp Çiftliği’nin açılış günü geldiğinde davetliler arasında yer alan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, gördükleri karşısında hayrete düşmüştü. İneklerden biri başında kimse olmadan, salınarak sağım robotuna ilerlemiş, sütünü sağdırmış ve çıkıp gitmişti. Diğeri başka bir robotun başında, dönen fırçaların altında sırtını kaşıtmakla meşguldü. Arkasında ise sıra bekleyen, beş ineklik bir kuyruk… Yerdeki gübre sıyırıcı robot bakanın dikkatini çekmişti.
Fırçalar yardımıyla ahırın tabanını temizliyor, kanallara topladığı gübreyi kurutma havuzuna yönlendiriyordu. Ahırın içinde tek bir insan bile yoktu. Bütün işi, ineklerin hizmetine verilmiş robotlar yapıyordu. Bakan Eker, Türkiye’nin ilk robotlu sağım çiftliğinde olup bitenleri cep telefonuna kaydederken, “Mozart dinleyerek sağılan inekler gördüm, yemlerin otomatik olarak hayvanların önüne getirildiği çiftlikler gördüm. Ama böylesini hiç görmemiştim” diyordu.
Makinelerin dünyasında hataya yer yok
Her şey makinelerin kontrolündeydi: “Makineleri severim. Uyumazlar, yorulmazlar, insan kaynaklı hiçbir hataya yer yoktur onların dünyasında. Örneğin, ineklerde subelinieal mastitis diye bir meme hastalığı vardır. Dünyanın en iyi veterineri ile çalışsanız bile bu hastalığı ilerlemeden teşhis edemez. Ama robot ön sağımda somatik hücre sayımı yapar ve hastalığı anında rapor eder. Sütünü diğerleriyle karıştırmaz.”
Özgiimüş’ün işleri makinelere devretmek için geçerli nedenleri var: “Türkiye’de kullanılan sağım sistemlerinde memeler insan tarafından elle yıkanıp, cihaza takılıyor. 250 sağmanlık bir çiftlik düşünün, günde üç seferden 750 sağma işlemi yapılır. Meme hem sağım öncesi hem de sonrası temizlenmek zorunda. Bütün hepsini doğru yapmanız mümkün mü? Böyle olunca meme hastalıklarının yüzde 25’iııe yakını sağım personelinin elinden bulaşıyor.”
Çiftliğini uçak gibi tasarladı
Bir de sağım stresinden bahsediyor Özgümüş: “I ler hayvan farklı zamanlarda değişen miktarlarda süt üretir. Normalde süt çiftlikleri gün içinde üç sağım gerçekleştirir. Kimi sağım için hazır değildir ama yine de götürülür. Ve hayvan strese girer, zamanla meme hastalıkları oluşur, sütü kesilir. Bizde ise hayvan hazır olduğunu hissettiğinde kendi kendine robota girer ve sağdırır.”
Sarp Çiftliği’nin uçak gibi tasarlandığını anlatıyor Özgümüş: “Her şeyin en az bir yedeği olacak şekilde tasarlandı. Robotlardan biri arızalanırsa diğeri var. Dört sağım, altı gübre temizleme robotu yerleştirildi. Su kesilirse 80 tonluk tanklarımız, elektrik kesilirse jeneratörlerimiz devreye girer. Her hayvanın boynundaki kartlarda bir kimlik vardır. 24 saat cep telefonumdan ve bilgisayarımdan gözleyebiliyorum. Robotlardan herhangi biri hastalık tespiti yaptığında, sistem anında telefonuma mesaj gönderiyor.”
Özgümüş, son üç ayda kitaplardan edindiği teorik bilgiyi yaşadığı tecrübelerle birleştirme imkanı bulduğundan söz ediyor. Geçenlerde Kâinat Güzeli seçilen Angola’lı kıza pek benzemeseler de Özgümüş, doğanın en muhteşem varlıklarından biri olarak görüyor inekleri. Aynı zamanda oldukça kaprisli ve hayranlık uyandıran bir sosyal zekaya sahip olduklarından bahsediyor: “Elinde bir yonca demetini ödül olarak tutan herkes, ineklerin insan hareketlerine yanıt vermekte ne denli usta olduğunu görebilir.”
Günde 10 ton süt üretecek
Sarp Çiftliği’nin sürüsü serpilip, gelişmeyi sürdürüyor. Şu anda mavi pedigri-li, yani hastalıktan ari ve her birinin adı ile geçmişi yedi kuşak öncesine kadar bilinen, 145 hayvan bulunuyor. Sürüye, Aralık aynıda 50, Mart’ta da 80 kadar yeni hayvan katılacak… Özgümüş, bu şekilde 2012 sona ermeden, Sarp Çiftliği’nde 500’e yakın hayvan olacağını tahmin ediyor. Günlük 10 ton süt üretecek olan bu çiftlik, bunun karşılığında devlet destekleriyle birlikte yılda yaklaşık 4.5 milyon lira kazanacak. Yüzde 70 kadarını yem maliyetine ayıracağından, yatırımının geri dönüş süresini yedi yıl olarak tahmin ediyor, Özgümüş.
Özellikle son 10 yıldır kent soylu sermayenin ilgisini çekmesine rağmen, hayvancılıkta yeterli ölçüde değişim emaresi görünmüyor. Yine de Cüneyt Özgümüş’ün yaptıkları resmin bütününün karanlıkta olmadığını gösteriyor. Belki de işe hayvancılığa yeni bir gözle bakabilen, milenyum kuşağı yeteneklerine sahip girişimcilerin faydalı olabileceğini kabul ederek başlanabilir. Çünkü Özgümüş’ün kurduğu sistem yaygınlaşabilirse, Türkiye için hayvancılıkta rekabet gücünün yeniden tesis edildiği bir dönemin kapısı aralanabilir. Yaptıklarıyla şunu demeye getiriyor, Özgümüş: Beni takip edin, size yolu ben göstereceğim.
Gönlünde Londra var
Cüneyt Özgümüş her ay en az bir hafta sonunu gezegenin en dinamik şehirlerinden birinde, Londra’da geçiriyor. Burada bir ev satın almış. Gerekçesi tanıdık: Giderek ekonomik kaygılardan arınmışların kültürel açlıklarını yatıştırdıkları bir yere benziyor Londra. Şehrin birinci ve ikinci bölgesinde neredeyse hiç İngiliz kalmadı. Özgümüş gibi binlercesinin açlığı, her gün Londra kültür endüstrisinin değirmenine su taşıyor: “Eşim lisansını Amerika’da tamamladı. Sanatla ilgili ne varsa birlikte takip ederdik. Türkiye’ye dönünce arayışa girdik. Yılın her günü beğenimize uygun aktivite bulabildiğimiz tek yer Londra’ydı” diyor.
Ama belli ki, Özgümüş’ün iş merceğinden gözlerini ayırabilmesi Londra’da bile mümkün görünmüyor: “Hayvancılık ister istemez beni tarıma yöneltti. Topraktan ne çıktığını biliyorum, orada topraktan çıkan her şeyi satın aldıklarını da… İngiltere gıda ihtiyacını büyük oranda ithalatla karşılıyor. Doğru pazarlanırsa, ürünlerimizin bu pazarda hakkını bulabileceğini düşünüyorum.
Kafamda Londra’da bir şirket kurup, Türkiye’den gıda ithalatı yapma fikri var. Üstelik girişimciler için önemli avantajlar da sağlıyorlar.”
Hakkı var. Birleşik Krallık girişimcileri kıyılarına çekebilmek için çok çabalıyor. Kurumlar vergisini G7 ülkeleri arasındaki en düşük seviyeye çekiyor, yeni kurulan ve hızlı büyüyen şirketleri destekleyebilmek için vergi inisiyatiflerini artırıyor, girişimcilere yönelik yeni vize uygulamaları geliştiriyor. Bugün, iki haftadan daha kısa bir sürede Britanya’da işyeri açabilirsiniz ki bu, Avrupa’da yeni bir iş yeri açmak için harcanan ortalama sürenin yarısı kadar. Çabalarının sonuçlarını da almışa benziyorlar. Şimdi Britanya’da her 100 saniyede yeni bir şirket açılıyor.
Milenyum etkisi
Kravatını çözüp, ayağındaki bin liralık çizmeleriyle çamura batan Özgümüş’ün eskiden çok daha fazla kazandığına şüphe yok. Soru gayet basit: Neden? Bakan Mehdi Eker, Sarp Çiftliği’nin açılışında “Böyle bir şey görmedim” derken samimiydi. Bakan Eker, muhtemelen 30 yaşında hayvancılığa bu boyutta yatırım yapan başka bir girişimci de görmemişti. Özgümüş için mesele para değildi, aslında attığı her adım, dahil olduğu milenyum kuşağının izlerini taşıyor. Şimdi parçaları birleştirelim. Y Kuşağı ya da milenyum kuşağı olarak adlandırılan 1980-1990 doğumluların hayata bakışı öncekilerden tamamen farklı. Hayatta işten daha önemli şeylerin olduğunu düşünüyorlar. Hayattan zevk alma anlayışını teknoloji, sanat gibi pek çok alanda tüketime yansıtıyorlar. Değişime kolayca ayak uydurabiliyor, inovatif düşünebiliyorlar. Teknolojiyle iç içe olduklarından dünyayla ve insanlarla doğal bir etkileşim içindeler. Gönüllü işlere daha fazla zaman ayırıyorlar ve sürekli bir şeyleri değiştirmek için çabalıyorlar.
İş adamı Cüneyt Özgümüş, 30 yaşında süt işine sardı. Onlarca kitap okudu, yurt dışında, biri İngiltere Kraliçesi’nin olmak üzere çok özel iki süt çiftliği gezdi. Orada gördüklerini Türkiye’ye uyarladı. 10 milyon lira yatırımla kurduğu çiftlikte insan yok. İneklerin her türlü ihtiyacı robotlar tarafından karşılanıyor.
Cüneyt Özgümüş için mesele para değildi, 20’li yaşlarının ortalarında milyon dolarlara hükmediyordu. Üst düzey devlet adamlarıyla görüşüyor, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da askeri tesisler inşa ediyordu. Emekli askerler kulübünü andıran savunma fuarları onun kadar gencini nadiren görürdü. Savunma şirketi Koza Teknik’in varislerinden biriydi. Yedi yılı aşan sıra dışı bir kariyerdi onunki, ama aniden noktayı koydu.
Özgümüş’ün kariyerinin dönüm noktası oğlunun doğumuydu. Çocukluğuna dair hatıraları hâlâ tazeydi: “Babam sürekli seyahat ettiğinden, onu çok az görürdük. Şirketin dış ilişkilerinden sorumlu olduğum için ben de sürekli seyahat etmeye başlamıştım. Oğlum doğduğunda aynı şey olsun istemedim.” Bu karar hem babasını hem de şirketin Moskova ofisinin başında bulunan ağabeyini şaşkına çevirmişti. Daha 30’una bile gelmeden, ihtiyarlar gibi yerleşik bir hayatı mı özlüyordu? Özgümüş, çiftlik kurmak istediğini söylediğinde ise şaşkınlıkları iki katına çıkmıştı. Aldığı onca eğitimin ardından tek istediği inek yetiştirip, süt satmaktı. Gençleri anlayabilmek zordu.
Finallere hazırlanan öğrenci gibiydi
Önce, süt hayvancılığı konusunda Amerika’da eğitim veren en iyi üniversiteleri araştırdı, Özgümüş. Bu üniversitelerde okutulan ders kitaplarını Amazon’dan sipariş etti. Tıpkı finallere hazırlanan bir öğrenci gibi, 20 kadar kitabı çalışıp, teorik bilgisini geliştirdi. Verimli hayvan ırklarını araştırdı. Amerikan Holştayn Frizyan’da karar kıldı. Ardından DeLaval gibi süt hayvancılığına yönelik sağım robotları geliştiren tedarikçilerle görüşüp, kuracağı çiftliğin verimini artırmanın yollarını araştırdı. Olup biteni kendi gözleriyle görmek istediğinden verimli çiftlikleri tek tek gezmeye başladı. Türkiye’deki çiftliklerin birçoğu onda hayal kırıklığı yaratmıştı.
“Hayvancılık gibi gelişmemiş iş sahalarının miyop girişimciler yetiştirmekte üstüne yok” diye düşündü. Birçok süt üreticisi, sahip olduğu koşulların insan sağlığını nasıl tehdit ettiğini anlamakta, en hafif tabirle yavaş davranıyordu. Bu durum sonunda onların işlerine de yansıyacaktı: “Türkiye’de süt ihtiyacının yüzde 80’i bir ila sekiz ineği olan üreticilerden karşılanıyor. Bunun basit bir anlamı var: Süt, soğutma tankı olmayan üreticilerden, laboratuvar ölçümleri yapılmamış şekilde toplanıyor. En iyi markalar bile aslında risk altında.”
İngiliz kraliyet çiftliğinden esinlendi
Yurt dışındaki çiftlikleri gezmeye karar verdi, Özgümüş. Amerika’ya, Güney Dakota’ya gitti önce. Burada kullanılan süt sağım sistemlerini çok beğenmişti. Sonra özel izinle Ingiliz kraliyet çiftliğini gezdi. Geleneklerin hâlâ canlı ve güçlü tutulduğu Britanya’da, ayakta olan sadece kaleler ve katedraller değildi. Londra’da, Heath-ro\v Havaalanı’nm hemen yanında yer alan British Royal Farms, yaklaşık 500 yıl önce kraliyet ailesinin süt ürünleri ihtiyacını karşılamak için kurulmuştu. Özgümüş, bu çiftliğin de mimarisine hayran kalmıştı. Döndüğünde iki çiftliğin beğendiği yönlerini birleştirebileceği bir proje çizdirdi. Sıra finansmana gelmişti. Başlangıçta küçük bir çiftlik planlıyordu. Ancak Ziraat Bankası’nın iki yıl ödemesiz ve beş yıl vadeli hayvancılık destek kredisi Özgümüş’ü cesaretlendirdi. Çiftliğinin hayvan kapasitesini 500’e çıkardı. 3 milyon liralık bir kredi kullandı. 2 milyon lirasıyla yem bitkisi ekeceği 300 dönümlük bir arazi aldı. Çiftliğe ise 8 milyon lira harcamış, paranın yarısı yüksek teknolojili makine parkına gitmişti. Ondan da böylesi beklenirdi.
Çiftliğinin ve arabasının bir benzeri daha yok
Babası ve ağabeyi elektronik mühendisiydi. Her ne kadar işletme eğitimi alsa da yüksek teknolojiye sahip makinelere karşı engelleye-mediği bir merakı vardı. Bu merak yüzünden bir seferinde kahvaltılık almak için çıkıp, evine Cayman S Porsche Design Edition 1 model bir otomobille döndüğünü anlatıyor. Dünyada sadece 777 tane bulunan bu özel tasarım otomobil, komedyen Cem Yılmaz için özel olarak getirtilmişti. Türkiye’de bir benzeri yoktu. Cem Yılmaz satın almaktan vazgeçince, vitrine çıkarılmış, bu sayede onu görebilmişti. Oğlunun adını verdiği, Tekirdağ’da kurduğu Sarp Çiftliği’nin açılış günü geldiğinde davetliler arasında yer alan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, gördükleri karşısında hayrete düşmüştü. İneklerden biri başında kimse olmadan, salınarak sağım robotuna ilerlemiş, sütünü sağdırmış ve çıkıp gitmişti. Diğeri başka bir robotun başında, dönen fırçaların altında sırtını kaşıtmakla meşguldü. Arkasında ise sıra bekleyen, beş ineklik bir kuyruk… Yerdeki gübre sıyırıcı robot bakanın dikkatini çekmişti.
Fırçalar yardımıyla ahırın tabanını temizliyor, kanallara topladığı gübreyi kurutma havuzuna yönlendiriyordu. Ahırın içinde tek bir insan bile yoktu. Bütün işi, ineklerin hizmetine verilmiş robotlar yapıyordu. Bakan Eker, Türkiye’nin ilk robotlu sağım çiftliğinde olup bitenleri cep telefonuna kaydederken, “Mozart dinleyerek sağılan inekler gördüm, yemlerin otomatik olarak hayvanların önüne getirildiği çiftlikler gördüm. Ama böylesini hiç görmemiştim” diyordu.
Makinelerin dünyasında hataya yer yok
Her şey makinelerin kontrolündeydi: “Makineleri severim. Uyumazlar, yorulmazlar, insan kaynaklı hiçbir hataya yer yoktur onların dünyasında. Örneğin, ineklerde subelinieal mastitis diye bir meme hastalığı vardır. Dünyanın en iyi veterineri ile çalışsanız bile bu hastalığı ilerlemeden teşhis edemez. Ama robot ön sağımda somatik hücre sayımı yapar ve hastalığı anında rapor eder. Sütünü diğerleriyle karıştırmaz.”
Özgiimüş’ün işleri makinelere devretmek için geçerli nedenleri var: “Türkiye’de kullanılan sağım sistemlerinde memeler insan tarafından elle yıkanıp, cihaza takılıyor. 250 sağmanlık bir çiftlik düşünün, günde üç seferden 750 sağma işlemi yapılır. Meme hem sağım öncesi hem de sonrası temizlenmek zorunda. Bütün hepsini doğru yapmanız mümkün mü? Böyle olunca meme hastalıklarının yüzde 25’iııe yakını sağım personelinin elinden bulaşıyor.”
Çiftliğini uçak gibi tasarladı
Bir de sağım stresinden bahsediyor Özgümüş: “I ler hayvan farklı zamanlarda değişen miktarlarda süt üretir. Normalde süt çiftlikleri gün içinde üç sağım gerçekleştirir. Kimi sağım için hazır değildir ama yine de götürülür. Ve hayvan strese girer, zamanla meme hastalıkları oluşur, sütü kesilir. Bizde ise hayvan hazır olduğunu hissettiğinde kendi kendine robota girer ve sağdırır.”
Sarp Çiftliği’nin uçak gibi tasarlandığını anlatıyor Özgümüş: “Her şeyin en az bir yedeği olacak şekilde tasarlandı. Robotlardan biri arızalanırsa diğeri var. Dört sağım, altı gübre temizleme robotu yerleştirildi. Su kesilirse 80 tonluk tanklarımız, elektrik kesilirse jeneratörlerimiz devreye girer. Her hayvanın boynundaki kartlarda bir kimlik vardır. 24 saat cep telefonumdan ve bilgisayarımdan gözleyebiliyorum. Robotlardan herhangi biri hastalık tespiti yaptığında, sistem anında telefonuma mesaj gönderiyor.”
Özgümüş, son üç ayda kitaplardan edindiği teorik bilgiyi yaşadığı tecrübelerle birleştirme imkanı bulduğundan söz ediyor. Geçenlerde Kâinat Güzeli seçilen Angola’lı kıza pek benzemeseler de Özgümüş, doğanın en muhteşem varlıklarından biri olarak görüyor inekleri. Aynı zamanda oldukça kaprisli ve hayranlık uyandıran bir sosyal zekaya sahip olduklarından bahsediyor: “Elinde bir yonca demetini ödül olarak tutan herkes, ineklerin insan hareketlerine yanıt vermekte ne denli usta olduğunu görebilir.”
Günde 10 ton süt üretecek
Sarp Çiftliği’nin sürüsü serpilip, gelişmeyi sürdürüyor. Şu anda mavi pedigri-li, yani hastalıktan ari ve her birinin adı ile geçmişi yedi kuşak öncesine kadar bilinen, 145 hayvan bulunuyor. Sürüye, Aralık aynıda 50, Mart’ta da 80 kadar yeni hayvan katılacak… Özgümüş, bu şekilde 2012 sona ermeden, Sarp Çiftliği’nde 500’e yakın hayvan olacağını tahmin ediyor. Günlük 10 ton süt üretecek olan bu çiftlik, bunun karşılığında devlet destekleriyle birlikte yılda yaklaşık 4.5 milyon lira kazanacak. Yüzde 70 kadarını yem maliyetine ayıracağından, yatırımının geri dönüş süresini yedi yıl olarak tahmin ediyor, Özgümüş.
Özellikle son 10 yıldır kent soylu sermayenin ilgisini çekmesine rağmen, hayvancılıkta yeterli ölçüde değişim emaresi görünmüyor. Yine de Cüneyt Özgümüş’ün yaptıkları resmin bütününün karanlıkta olmadığını gösteriyor. Belki de işe hayvancılığa yeni bir gözle bakabilen, milenyum kuşağı yeteneklerine sahip girişimcilerin faydalı olabileceğini kabul ederek başlanabilir. Çünkü Özgümüş’ün kurduğu sistem yaygınlaşabilirse, Türkiye için hayvancılıkta rekabet gücünün yeniden tesis edildiği bir dönemin kapısı aralanabilir. Yaptıklarıyla şunu demeye getiriyor, Özgümüş: Beni takip edin, size yolu ben göstereceğim.
Gönlünde Londra var
Cüneyt Özgümüş her ay en az bir hafta sonunu gezegenin en dinamik şehirlerinden birinde, Londra’da geçiriyor. Burada bir ev satın almış. Gerekçesi tanıdık: Giderek ekonomik kaygılardan arınmışların kültürel açlıklarını yatıştırdıkları bir yere benziyor Londra. Şehrin birinci ve ikinci bölgesinde neredeyse hiç İngiliz kalmadı. Özgümüş gibi binlercesinin açlığı, her gün Londra kültür endüstrisinin değirmenine su taşıyor: “Eşim lisansını Amerika’da tamamladı. Sanatla ilgili ne varsa birlikte takip ederdik. Türkiye’ye dönünce arayışa girdik. Yılın her günü beğenimize uygun aktivite bulabildiğimiz tek yer Londra’ydı” diyor.
Ama belli ki, Özgümüş’ün iş merceğinden gözlerini ayırabilmesi Londra’da bile mümkün görünmüyor: “Hayvancılık ister istemez beni tarıma yöneltti. Topraktan ne çıktığını biliyorum, orada topraktan çıkan her şeyi satın aldıklarını da… İngiltere gıda ihtiyacını büyük oranda ithalatla karşılıyor. Doğru pazarlanırsa, ürünlerimizin bu pazarda hakkını bulabileceğini düşünüyorum.
Kafamda Londra’da bir şirket kurup, Türkiye’den gıda ithalatı yapma fikri var. Üstelik girişimciler için önemli avantajlar da sağlıyorlar.”
Hakkı var. Birleşik Krallık girişimcileri kıyılarına çekebilmek için çok çabalıyor. Kurumlar vergisini G7 ülkeleri arasındaki en düşük seviyeye çekiyor, yeni kurulan ve hızlı büyüyen şirketleri destekleyebilmek için vergi inisiyatiflerini artırıyor, girişimcilere yönelik yeni vize uygulamaları geliştiriyor. Bugün, iki haftadan daha kısa bir sürede Britanya’da işyeri açabilirsiniz ki bu, Avrupa’da yeni bir iş yeri açmak için harcanan ortalama sürenin yarısı kadar. Çabalarının sonuçlarını da almışa benziyorlar. Şimdi Britanya’da her 100 saniyede yeni bir şirket açılıyor.
Milenyum etkisi
Kravatını çözüp, ayağındaki bin liralık çizmeleriyle çamura batan Özgümüş’ün eskiden çok daha fazla kazandığına şüphe yok. Soru gayet basit: Neden? Bakan Mehdi Eker, Sarp Çiftliği’nin açılışında “Böyle bir şey görmedim” derken samimiydi. Bakan Eker, muhtemelen 30 yaşında hayvancılığa bu boyutta yatırım yapan başka bir girişimci de görmemişti. Özgümüş için mesele para değildi, aslında attığı her adım, dahil olduğu milenyum kuşağının izlerini taşıyor. Şimdi parçaları birleştirelim. Y Kuşağı ya da milenyum kuşağı olarak adlandırılan 1980-1990 doğumluların hayata bakışı öncekilerden tamamen farklı. Hayatta işten daha önemli şeylerin olduğunu düşünüyorlar. Hayattan zevk alma anlayışını teknoloji, sanat gibi pek çok alanda tüketime yansıtıyorlar. Değişime kolayca ayak uydurabiliyor, inovatif düşünebiliyorlar. Teknolojiyle iç içe olduklarından dünyayla ve insanlarla doğal bir etkileşim içindeler. Gönüllü işlere daha fazla zaman ayırıyorlar ve sürekli bir şeyleri değiştirmek için çabalıyorlar.